...

Arkeoloji Bölümü

Arkeoloji Ve Sanat Tarihi Günü Etkinliği
22/03/2018

Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümleri tarafından müşterek olarak düzenlenen “Arkeoloji ve Sanat Tarihi Günü” etkinliği 16 Mart 2018 tarihinde üniversitemiz Kültür ve Kongre Merkezinde Karavezir Salonu’unda gerçekleştirilmiştir. Etkinliğin açılış konuşması Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Nur TEKMEN tarafından yapılmıştır. Tekmen, iki bölümün bir araya gelerek böyle bir bilimsel etkinlik gerçekleştirilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve Anadolu coğrafyasının kültürel zenginliğinin eşsiz olduğunu belirtmiştir. Takiben konuşan Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. L. Gürkan GÖKÇEK disiplinler arası çalışmaların önemine değinerek etkinliğin devamını dilemiştir. Düzenleme komitesi, etkinliğin amacını, iki bölümün aynı platformda buluşması, öğretim elemanlarının akademik atmasofer içinde iletişim kurması ve öğrencilerin bu etkinlik içinde görgü ve bilgilerinin artıması olarak belirtmiştir.

Etkinlik bünyesinde her iki bölümden 15 öğretim elemanı, çalışmalarıyla ilgili bilgiler sunmuştur. Etkinlik kapsamında Daskyleion Kazı çalışmalarını yansıtan fotoğraf sergisi açılmıştır.

ÖZETLER

 

KAPADOKYA BÖLGESİNDE KAYA OYMA CAMİLER

Dr. Öğretim Üyesi Ayşe BUDAK

(Sanat Tarihi Bölümü)

 

Nevşehir merkez olmak üzere, Kayseri, Niğde ve Aksaray illerini içine alan “Kapadokya” bölgesinde akla gelen ilk olgu, benzersiz coğrafi şekillenmeyle oluşmuş topografyadır. Bölgenin volkanik şekillenmesinde rol oynayanlar Erciyes Dağı, Hasan Dağı ve Melendiz Dağları olmuştur. Bu benzersiz doğal oluşumlar insan eliyle şekillendirilerek, yaşam alanları ve dini mekânlar üretmeye imkân vermiştir. Bölgede yaşamış her topluluk için bu coğrafi zenginlik oyularak konuta, depoya, ahıra, dini yapılara dönüşmüştür. Kapadokya bölgesi denilince akla gelen ve topografyaya göre şekillenmiş mimari yaratımlar şüphesiz kiliselerdir. Ihlara, Soğanlı, Erdemli ve Açıksaray Vadileri’nin yanı sıra Zelve ve Göreme’de kayaya oyulmuş kiliseleriyle bilinmektedir. Bu kiliseler 4. yüzyıldan itibaren bölgede yaşamaya başlamış Bizanslılara aittir. 11. yüzyıldan itibaren bölgeye gelen Müslümanlar, aynı coğrafyada aynı mimari tepkileri vermişler ve kayadan oyulmuş mekânlarda yaşamışlar ve aynı mekânlardan kendilerine dini alanlar oluşturmuşlardır. Mekân oluşturan kayalar, yaşam alanları ve dinsel mekânların inşasında ya tek başına ya da kesme taşlarla birlikte kullanılmıştır.

Tıpkı kayadan oyulmuş kiliseler gibi, bölgede yoğunlaşmaya başlayan Müslüman nüfusun ibadetine uygun olarak şekillenmiş kaya oyma camilerin olmaması beklenemez. Ancak kaya oyma camiler için ciddi bir envanter çalışmasının eksikliği söz konusudur. Kapadokya bölgesinde 50 civarında kaya oyma cami tespit edilmiştir. Bu yapıların 30’dan fazlası tescil edilmemiştir. Kayseri’de 9, Niğde’de 3, Aksaray’da 6 ve Nevşehir’de 32 adet kaya oyma cami tespit edilebilmektedir. Nevşehir, Niğde, Aksaray’daki camiler ve Kayseri’nin Soğanlı Vadisine yakın olanlar, coğrafyanın sunduğu doğal malzeme ve onu işleme geleneğinin yüzyıllık sonucudur. Kayseri’de tespit edilen yapılardan 6’sı Kızılırmak yakınındaki köylerde bulunmaktadır. Tespit edilebilen yapılardan yalnızca biri kiliseden camiye dönüştürülmüştür. Bunun dışında kalanlar cami olarak tasarlanmıştır.

 

URLA YARIMADASI GÜNEY KESİMİ YÜZEY ARAŞTIRMASI

2015-2017 SONUÇLARINA TOPLU BİR BAKIŞ

 

Dr. Öğretim Üyesi Tayfun Caymaz

(Arkeoloji Bölümü)

 

 

Batı Anadolu kıyılarının hemen-hemen ortasından Ege Denizi’ne uzanan Urla Yarımadası, Anadolu kıtası ve deniz ötesi kültürleri birbirine bağlayan bir konuma sahiptir. Bu bakımdan yarımada tarih boyunca farklı kültürlere mensup insan topluluklarının yaşam ve faaliyet alanı olmuştur. Araştırmamızın ana sahası, yarımadanın merkezinde yer alan Urla ilçesidir. Urla toprakları, Tunç Çağları’nda Limantepe beyliğine/krallığına, MÖ 1.binyılda on iki İon kentinden biri olan Klazomenai’ye ev sahipliği yapmıştır. Menteş kesiminde 1963’de ele geçen bir el baltası, ilçe tarihini Alt Paleolitik kadar erkene götürmektedir. Bölgede erken köylerin verimli ovalara bakan tepelerde ve sahil kesiminde kurulduğu görülmektedir. Barbaros köyündeki Tepeüstü ile Kuşçular köyü yakınındaki Çakallar, bu erken köylerden ikisidir. Çakallar, Erken Kalkolitik toplulukların da köy kurmak için tercih ettiği bir mevkidir. Erken Tunç Çağı’nda Gülbahçe’de limanı ve savunma sistemi olan, termal su kaynağı ve körfezdeki ufak adayı ekonomik olarak değerlendiren bir yerleşim bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu çağda yarımadanın stratejik mevkilerinde askeri maksatlı birimler tesis edilmiştir. Özellikle denizden gelecek tehditlere karşı oluşturulan savunma sisteminin merkezinde Limantepe bulunuyordu. MÖ 2.binyılda anakara yönünü de emniyete alan birimler kurulmuştur. Üzerinde Geç Bizans dönemine ait kale kalıntıları bulunan Sivrice Tepe, ilk kez Orta Tunç Çağı’nda faaliyete sahne olmuştur. İlçe genelinde Geç Roma-Bizans sürecine ait yerleşim ve faaliyet birimleri oldukça fazladır. Veriler, yüksek kesimlere kadar yayılan üretici birimleri, ürün nakil iskeleleri ve limanları kapsayan bir ekonomik sistemi ortaya koymaktadır. İlçe sahasında Türk dönemine ait çok sayıda terk edilmiş köy vardır. Bunlardan bir kısmı eski yerleşim sahalarında, diğerleri doğrudan ana toprak üzerine kurulmuştur. Üç yıllık araştırma süresi içinde elde ettiğimiz veriler, Neolitik’ten Osmanlı dönemine uzanan süreci aydınlatmaya katkı sağlamaktadır.

 

 

 

ORTA ANADOLU’DA KALKOLİTİK BİR KÖY: GÜVERCİNKAYASI

 

Öğr. Gör. Dr. Pınar CAYLI

(Arkeoloji Bölümü)

 

 

Güvercinkayası, diğer adıyla Porsuklukaya, Aksaray İli’nde, Çatalsu Apsarı Köyü’nün yaklaşık 1 km. batısında, 1960 yılında yapılan Mamasun Barajı göl alanı içinde yer alır. Yerleşme, üç tarafı yüksek kayalıklarla çevrili ufak bir vadinin kıyısında tek başına duran bir kaya masifinin üzerinde konumlanmıştır (▼1106.08m.). Güvercinkayası’nda Orta ve Son Kalkolitik olmak üzere birbirinden tamamen farklı iki kültür dönemi görülmektedir. Bölgeye yabancı bir unsur olan Güney Mezopotamya Obeyd kültürü etkilerinin izlendiği Son Kalkolitik (III. Tabaka/Post Obeyd), sınırlı bir alanda temsil edilir. I. ve II. tabakayla temsil edilen Orta Kalkolitik Dönem’deyse yerleşmenin ana kültür öğeleri yer alır. Yaklaşık 500 yıllık kesintisiz tabakalanma veren bu ana dönem M.Ö.5200-4750 yıllarına tarihlenir. Anadolu’da kentleşmenin ön izlerinin takip edilebildiği Güvercinkayası, kalın bir savunma hattıyla aşağı/yukarı yerleşme biçiminde ayrışan en erken iki örnekten biridir. Bu fiziksel değişim, artı ürün ve artı ürün idaresiyle ilgili sosyal yapı hakkında da önemli veriler sunar.

(GK Kazı Arşivi 2015, Uçan İşler)

 

 

 

ŞAHİNEFENDİ KÖYÜ (NEVŞEHİR) ARKEOLOJİK KALINTILARI

 

Arş. Gör. Can ERPEK

(Sanat Tarihi Bölümü)

 

 

Şahinefendi köyü Kapadokya bölgesinde Nevşehir ili Ürgüp ilçesi sınırları içerisindedir. Arkeolojik kalıntılar köyün yaklaşık bir kilometre güneydoğusunda, Damsa Çayı’nın kaynak noktasına yakın, köylülerce “Örencik” olarak adlandırılan mevkide bulunmaktadır. Arkeolojik kalıntıların saptandığı bölge Sobesos olarak adlandırılmakla birlikte, bu yerleşimin Sobesos olduğuna dair yazılı bir veri bulunmamaktadır. Yerleşimin adı Luwi’lere dayandırılmakta olup, Swa, Assa/Assos öğelerinden türetilen Swassa’nın yerleşimin erken dönemdeki adı olması gerektiği öne sürülmüştür. Yerleşim yeri Cumhuriyet’in ilk dönemlerine kadar Söveşe adı ile anılmış, bugünkü lokalizasyon ilk olarak Jerphanion tarafından önerilmiştir. Ortaçağ ve öncesinde, kuzeyde Venesa (Avanos),  Matiane (Avcılar),  Agios Prokopios (Ürgüp), Tamissos  (Taşkınpaşa), güneyde Soandos (Soğanlı) üzerinden Kyzistra’ya (Yeşilhisar) giden yol güzergâhında bulunmaktadır. Köyün güneyinde yer alan arkeolojik kalıntılar, dini yapılar, hamam, konutlar ve mezarlardan oluşmaktadır. 2002-2005 ve 2011 yıllarında Nevşehir Arkeoloji Müzesi tarafından gerçekleştirilen kazılar sonucunda ortaya çıkarılan yapılardan, ilk yapı evresine ait olan villa ile hamamda zemin mozaikleri görülmektedir. Zemin mozaikleri ve benzer örneklerinde yapılan incelemelere bağlı olarak, yerleşimin ilk kuruluşu M.S. 4.-5. yüzyıllara tarihlendirilmektedir. VI. Leon döneminde piskoposluk olan Sobesos’un, VI. Leon’un yerine geçen oğlu Konstantine Porphyrogeniotos dönemi ile birlikte piskoposluk listelerinde olmadığı görülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

ANKARA ANADOLU MEDENİYETLERİNDE BULUNAN MARAŞ TABLETLERİ

 

Prof. Dr. L. Gürkan Gökçek

(Arkeoloji Bölümü)

 

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne satın alma yoluyla gelen 36 adet Yeni Asur Dönmene ait tablet ve tablet parçası bulunmaktadır. Kaçak kazılar sonucunda ele geçen ve 2007 yılında satın alınan tabletlerin tamamı ticari muhtevalı olup, MÖ 7. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Tabletler, Asur kaynaklarında Gurgum ve başkenti Marqasi/Marqašti şekliyle geçen şehirde ele alınmışlardır. Yaptığımız çalışmalarda MÖ 7. Yüzyılda Maraş’ın sosyo-ekonomik tarihini aydınlatacak önemli bilgilere ulaşılmıştır.

 

 

NEOLİTİK ÇAĞ KAPADOKYASI İÇİN YENİ BİR SAYFA, SOFULAR HÖYÜK

Dr. Öğretim Üyesi Fevzi Volkan Güngördü

(Arkeoloji Bölümü)

 

 

Orta Anadolu’nun güneyinde Nevşehir ili, Ürgüp ilçesi, Sofular Köyü yakınlarında bulunan Sofular Höyük, 2016 ve 2017 yıllarında gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmaları sonucunda elde edilen veriler ışığında, günümüzden yaklaşık olarak 10.000 yıl önceye tarihlendirilmektedir. Niğde ve Aksaray illerinde bulunan yerleşimler ışığında bilinen Neolitik Çağ Kapadokyası’nda, Nevşehir’in rolünün anlaşılması noktasında Sofular Höyük dikkat çekici bilgiler sağlamaktadır. Bu çalışma içerisinde iki kazı sezonunda gerçekleştirilen çalışmalar hakkında bilgi verilecektir.

 

ÇAKILTEPE HÖYÜK 2017 YILI ÇALIŞMALARI

Dr. Öğretim Üyesi Yalçın KAMIŞ

(Arkeoloji Bölümü)

Göreme Höyük (Çakıltepe) Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Merkez Kampusu’nun yaklaşık 3,5 km güneydoğusunda, Avanos şehir merkezinin yaklaşık 6 km güneybatısında yer almaktadır. Höyük, Uçhisar kasabasının üzerinde bulunduğu yüksek platodan başlayarak Kızılırmak Vadisi’ne bağlanan Koyalak Deresi’nin hemen kenarındadır. Söz konusu alanın genel coğrafi karakterini Kızılırmak’a inen dereler ve dereler arasında uzanan tarım alanları belirlemektedir. Ayrıca, höyüğün bulunduğu alan Kızılırmak Vadisi’ni Nevşehir kent merkezine bağlayan bir geçiş noktası konumundadır.

Göreme Höyük’te arkeolojik araştırma ve kazı gerçekleştirilmesine yönelik girişimler 2017 yılının başlarında, yerleşim alanında gerçekleştirilen arazi incelemesiyle başlamıştır. İncelemede höyüğün, ülkemizdeki pek çok eski yerleşim alanı gibi kaçak kazılar nedeniyle tahribata uğradığı görülmüştür. Çakıltepe gibi küçük ölçekli bir höyükte herhangi bir müdahalede bulunulmaması halinde geri dönülemeyecek bir noktaya ulaşacağı anlaşılan tahribatın durdurulması için girişimlerde bulunulmuş ve arkeolojik kazı çalışmaları gerçekleştirilmesi için gereken izinler alınmıştır. Nevşehir Müze Müdürlüğü başkanlığında gerçekleştirilen çalışmalara Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinden oluşturulan bir ekip katılım sağlamıştır.

Göreme Höyük 2017 yılı araştırma ve kazı çalışmaları 3 aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk aşamada höyüğün 3 boyutlu modeli çıkarılmış, buna bağlı olarak topografik haritalar üretilmiş ve karelaj sistemi kurulmuştur. Bütün bu süreçlerde havadan görüntüleme araçları ve GIS yazılımları etkin biçimde kullanılmıştır. Göreme Höyük’te aşağı yerleşimin tespit edilmesi, kazı çalışmaları öncesinde intensive (yoğun) yüzey araştırması gerçekleştirilmesini zorunluluk haline getirmiştir. Bu nedenle 2017 yılı çalışmalarının ikinci aşamasında, yaklaşık 300x300 metrelik bir alan içerisinde 10x10 metrelik toplama birimlerini temel alan yüzey araştırması gerçekleştirilmiştir. Yüzey araştırmasının tamamlanmasıyla birlikte höyük ve aşağı yerleşimin arkeolojik durumu çok daha net bir şekilde kavranmıştır. 2017 yılı çalışmalarının son aşamasında, aşağı yerleşimin güneydoğusunda, N/4 ve P/4 açmalarında kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir.

Göreme Höyük’te gerçekleştirilen 2017 yılı araştırma ve kazıları, Erken Tunç Çağı’ndan başlayarak, Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Demir Çağı, Helenistik-Roma ve Erken Bizans dönemlerini içine alan bir yerleşim tarihine işaret etmektedir. Söz konusu dönemlere ait bulguların arazideki dağılımı homojen bir nitelik sergilememektedir. Erken Tunç Çağı ve Asur Ticaret Kolonileri Çağı buluntuları daha çok höyük üzerinde yoğunlaşmakta iken Demir Çağı, Helenistik-Roma ve Erken Bizans dönemlerine tarihlenen seramikler aşağı yerleşimde tespit edilmiştir

 

SON ARAŞTIRMALAR IŞIĞINDA ISAURİALILAR VE KORSANLIK

 

Arş. Gör. Dr. Emine KÖKER GÖKÇE

(Arkeoloji Bölümü)

 

Isauria” ya da “Isaurialılar” kelimesi “Isaurialı insanlar” ve “dağlarda yaşayan halk” anlamına gelmektedir. Antik çağ yazarlarından Diodoros ve Strabon Isaurialılar hakkında bilgi vermektedir. Diodoros, Isaurialıları özgürlüklerine düşkün bir halk olarak tanımlarken Strabon’dan Isauria Bölgesi’nin haydut yatağı olduğunu öğrenmekteyiz. Çağdaş araştırmacılardan bazıları Isaura (Zengibar kalesi) ve çevresinde yoğun şekilde tespit edilen yazıtların çokluğundan dolayı yerli halkın çok kültürlü bir yapıya sahip olduğunu ileri sürerken, bazıları da bölgede ve çevresinde yoğun şekilde yaşanan baskın ve saldırılardan dolayı bu bölge halkının haydut/eşkıya/korsan olduğunu savunmaktadır.

Isaura ve çevresinden ele geçirilen yazıtlar, mimari yapılar ve küçük buluntulardan yola çıkılarak Isaurialıların ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı anlaşılmaya çalışılacaktır. Antik çağda haydut/eşkıya/korsan teriminin anlamı ve bölgenin antik çağdaki geçim kaynakları üzerinde durularak Isaurialıların maddi deliller ışığında haydut/eşkıya/korsan olup olmadığı değerlendirilecektir.

 

NEVŞEHİR’DE BULUNAN SETENLER VE BEZİRHANELER

Dr. Öğretim Üyesi Savaş MARAŞLI

(Sanat Tarihi Bölümü)

 

Günümüzün yağ fabrikaları olarak düşünebileceğimiz bezirhaneler ve buğday gibi tahılların öğütülmesi için yapılmış setenler (setenhane-bulgurhane) Osmanlının sanayi devrimi öncesi ekonomisinde önemli yeri olan imalathanelerdir. Bunlardan bezirhaneler başta keten-zeyrek, ızgın, aspir, çitlenbik  gibi bölgede tarımı da yapılan bitkilerin tohumlarından bezir yağı üreten küçük işletme yerleridir. Farklı bitkilerin preslenmesiyle elde edilen yağların kullanıldığı alanlarının başında ise aydınlanma gelmekle birlikte sağlık ve beslenmede de kullanıldığı bilinmektedir. Setenhaneler ise bezirhanelere göre daha küçük boyutlu ve daha basit üretim yerleridir. Nevşehir merkezde kale bölgesi yamaç yerleşim alanında bulunan bezirhanelerin dışında Nar kasabası, Çat kasabası, Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Çavuşini, Zelve sınırları dahilinde bezirhane ve setenhane örnekleri ile karşılaşılmaktadır. Kapadokya bölgesi kaya oyma mimarlığının temsilcileri olan bu özel yapılar zaman içerisinde meydana gelen tahribatlarla oldukça bakımsız haldedir. Özellikle bezirhanelerde yağ çıkarma işlemi sırasında önemli işlevi olan ahşap mekanizma günümüze ulaşamamıştır. Buna rağmen bir bezirhanede bulunması gereken tohumların kavrulduğu “fırın” (ocak), kavrulan tohumların ezildiği, elendiği “kavut harmanı” (harman damı), presleme işleminin yapıldığı “hezen damı” (iğ damı) ve ahır gibi bölümleri hala ayırt edilebilmektedir. Ayrıca içlerinde seten veya kavut tekneleri, batman taşları görülebilmektedir. Setenhaneler ise içlerinde yer alan seten teknesi, seten taşları ve bağlı oldukları ahşap mekanizma ile günümüze ulaşmayı başarmışlardır.  Bölgede yakın mesafedeki bezirhanelerin sayıca çokluğu bir zamanlar önemli bir yağ üretim merkezi olduğunu fikrini desteklemektedir. Bezirhaneler ve setenhaneler aynı zamanda Nevşehir’de endüstriyel mirasın da günümüze ulaşmış temsilcileridir.

 

TLOS TİYATROSU

                                                                                  Dr. Öğretim Üyesi Bilsen Ş. ÖZDEMİR

(Arkeoloji Bölümü)

 

Akdağların batı yamacının en yüksek noktalarından biri üzerine kurulmuş olan Tlos Antik Kenti, hem dağa hem de ovaya hakim konumuyla Likya Bölgesi’nin önde gelen kentleri arasında ilk sıralarda yer alır. Sarp yamaçlarda başlayan antik yerleşimin sınırları batıda Eşen Vadisi, güneyde Saklıkent Kanyonu, kuzeyde ise Seydikemer İlçesine değin uzanır. Bu haliyle oldukça geniş bir teritoryuma sahip olduğu anlaşılan kent, hemen her dönemde kıyıdan dağlara açılan bir kavşak yerleşim rolüne sahip olur. Likya Bölgesindeki varlığı açısından belirleyici olan bu rol tüm antik çağ boyunca kentin kaderini de belirler. Tlos’ta yerleşimin erken izleri Prehistorik Çağlara kadar uzanır. Bununla birlikte bugün antik kent içerisinde daha çok Klasik Dönem’den Bizans Dönemi’ne kadar çeşitlilik gösteren anıt ve yapıların yoğunluğu dikkat çeker. Bu noktada Likya’ya özgü kaya mezarları, stadion, meclis binası, dükkanlar, hamamlar, tapınak, kilise ve tiyatro gibi yapılar kent merkezindeki önemli alanlar olarak sıralanabilir. Her biri bölge ve dönem mimari anlayışı için karakteristik unsurlar sergileyen bu yapılar içerisinde tiyatro, hem genel mimarisi hem de yapının farklı bölümlerinde görülen plastik ögeleriyle önemli bir yere sahiptir. Tlos tiyatrosu yamaca yaslanmış yarım daireyi aşan bir cavea, hemen onun karşısına konumlandırılmış sahne binası ve kuzey ile güneyden girişi sağlan paradoslar ile bütüncül bir yapı planı sergilemektedir. Bu ana unsurlarının yanı sıra ise cavea’nın hemen orta aksında bir de tapınak bulunmaktadır. Anadolu tiyatroları arasında az örnekle temsil edilen ve tiyatro-tapınak kompleksi adı verilen bu durum yapıyı çağdaşlarından ayıran önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sahne binasının çok katlı, zengin cephe mimarisi ile bu cephede yer alan girlandlı friz kuşağı ve kazılar sırasında ele geçen heykel buluntuları ile yazıtlar da yapının niteliğini ortaya koyan önemli bilgiler sunmaktadır. Bunlara göre yapının en erken Hellenistik Dönem ile birlikte inşa edildiği ancak Roma Dönemi’nde de farklı periyodlarda onarımlar geçirerek kullanım gördüğünü söylemek mümkündür. Bu başlık altında Tlos tiyatrosunda gerçekleştirilen çalışmalar ve bu çalışmaların sonuçlarından yola çıkarak yapıyı farklı kılan özelliklere değinilecek; Tlos tiyatrosunun çağdaşları içerisindeki yeri aydınlatılmaya çalışılacaktır.

 

11. YÜZYIL KAPADOKYASI’NDA YEREL ELİTLER VE YAPILARI:

GÖRSEL SANATIN BİZE SÖYLEDİKLERİ

 

Dr. Öğretim Üyesi Nilüfer Peker

(Arkeoloji Bölümü)

 

            11. yüzyıl Kapadokyası ile ilgili veriler bugüne kadar çeşitli araştırmalarda tekil arkeolojik örnekler üzerinden irdelenmiştir. Bölgede bu döneme atfedilen anıtsal mimari ve resim örneklerinin çok az bir bölümü kesin tarihli kitabeleriyle bize ışık tutarken büyük bir bölümünde tarihlendirme önerileri için üslupsal ve ikonografik kriterlerin yanı sıra resim programlarındaki bani portreleri ve sahne seçimlerindeki sıradışı özellikler aydınlatıcı olmaktadır. 

            Kapadokya’nın yerel aristokrasisinin güçlenmesi aslında özellikle de 10. yüzyılda kendini tarihi verilerde gösterir. Bazılarının isimlerini bildiğimiz bölgenin güçlü yerel elitleri, Bizans imparatorluğundaki toprak reformunun değişimiyle birlikte daha da güçlenerek geniş mülklerin sahipleri olmuşlardır. Başkentle sıkı bağları olan Kapadokyalı bu toprak sahiplerinin bağışçısı oldukları yapıların resim programları onlara eşlik eden bani portreleriyle Bizans geleneğini devam ettirirken bir yandan da kendilerine özgü bireysel mesajlarıyla öne çıkarlar.

 

            Bu bildirinin amacı, yukarıda sözü edilen 11. yüzyıl Kapadokyası’ndaki yerel elitlerin bağışçısı oldukları resim programlarını yeni bulgularla örnekler üzerinden hem Kapadokya özelinde hem de Bizans anıtsal resim geleneği bağlamında yeniden irdelemektir.  

 

 

ANADOLU NEOLİTİK-KALKOLİTİK ÇAĞ KAYA RESMİ GELENEĞİ

                                                                

                                                 Arş. Gör. Tuğçe Şener

(Arkeoloji Bölümü)

 

Kaya üzerine yapılan resim geleneğini Prehistorik Çağ’dan itibaren insanoğlunun düşüncelerini ve belki de gündelik hayatını aktarmada kullandığı en erken araçlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Mağara içlerindeki duvarları ya da açık alanlardaki kayaları çeşitli konuları olan resimlerle süsleyen insan, bunu yaparken gerçekten bir din olgusundan mı etkilenmiş yoksa kendinden sonra gelecek olan kuşaklara bir eğitim için mi bıraktı sorusu hala cevaplanmayı bekleyen sorular arasında yer almaktadır. Anadolu coğrafyasında Dünya’nın pek çok bölgesinde olduğu gibi bu geleneği görmek mümkündür. Anadolu’da Paleolitik Çağ’dan beri var olan bu gelenek Neolitik ve Kalkolitik Çağ’da varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Anadolu’da bu çağlara tarihlenen kaya resmi geleneğinin hangi bölgelerde yoğun olduğu, hangi metotlarla yapıldığı ve anlamları üzerine yürütülecek olan bu çalışmada bölgeler arası karşılaştırmalar da yapılarak kaya resimlerinin anlamları ve amaçları üzerinde tartışılacaktır.

            Neolitik ve Kalkolitik Çağ Kaya Resmi Geleneği’nin daha çok Batı ve Güney Anadolu bölgesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yoğunlaştığı görülmektedir. Diğer bölgelerde var olup olmadığı, şayet yoksa neden bu geleneğin yalnızca belli bölgelerde sınırlı kaldığı merak edilen ve hala cevaplanamayan sorular arasındadır. Bazı bölgelerde aynı çağa tarihlenen yerleşimlerde bu uygulama mekân içlerinde görülmektedir. Bu nedenle çalışma kapsamı içerisinde kaya resmi tespit edilen merkezler tek tek ele alınacak, var olan bölgelerdeki resimlerin benzerlikleri ve farklılıkları, aynı geleneğin bir parçası olup olmadıkları, kültürler arası etkileşimin nasıl olduğu gibi sorulara cevap bulmaya çalışılacaktır.

 

 

KÜLTEPE BULUNTULARI IŞIĞINDA TABAL ÜLKESİ SERAMİĞİ

Arş. Gör. Burcu Tüysüz

(Arkeoloji Bölümü)

 

 

Tabal Ülkesi, Hitit İmparatorluğu’nun mirasçıları olarak kabul edilen Geç Hitit Şehir Devletlerinden olup günümüzde Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Niğde ve Ereğli’yi kapsamaktadır. Tabal Ülkesi’nin, kültürel kalıntılarını taşıyan önemli merkezlerden biri Kültepe’dir. Kültepe; Kayseri’nin 20 km kuzeydoğusunda, Erciyes (Argeus) Dağı’nın eteğinde verimli bir ovanın ortasında kurulmuştur. Özellikle MÖ. II. bin yılın başlarında Anadolu’nun ticari ve kültürel başkenti konumundaki Kültepe, Orta Demir Çağı’nda (MÖ. 850-650) Tabal Ülkesi’nin sınırları içinde önemli bir merkezdir. Kültepe’de bu kültür özellikle mimari ve seramik buluntuları ile ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmada Kültepe kazılarında tespit edilen söz konusu döneme ait seramiklerden yola çıkılarak, Tabal Ülkesi sınırları içinde arkeolojik kazı ve araştırması yapılmış olan yerleşimlerin seramik kültürü değerlendirmeye çalışılacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

YENİ BULUNTULAR VE ARKEOLOJİK VERİLER IŞIĞINDA

BİZANS VE SELÇUKLU DÖNEMİNDE NEVŞEHİR

 

Doç Dr. B. Tolga Uyar

(Sanat Tarihi Bölümü)

 

Nevşehir’in tarihi merkezini oluşturan Kale Bölgesi ve civarında gerçekleştirilen temizlik çalışmalarında ortaya çıkartılan tarihi mimari kalıntılar kentin Bizans Dönemi, Geç Ortaçağ ve Selçuklu geçmişi hakkında yeni ve somut veriler sunmaktadır.

Bu aşamada Nevşehir kalesi tarihinin mevcut haliyle ne kadar eski olduğunu söylemek zor olsa da yeni ortaya çıkartılan kilise ve yapı kalıntıları, mimari bezeme ögeleri ve duvar resimleriyle birlikte bir parçası oldukları kaya oyma yamaç yerleşiminin kalenin çevresinde gelişmiş tipik bir Ortaçağ köyüne ait olduğu ileri sürebilir; olasılıkla, Erken Bizans (6-9.yy), Orta Bizans (9-11 yy) ve Selçuklu dönemlerinde kullanılmış yol güzergâhı üzerinde Gülşehir (Zoropassos) ve Ürgüp (Prokopios) arasında bir durak/karakol ve etrafındaki yerleşim olduğunu varsayabiliriz.

Bildirimiz Nevşehir kentinin Bizans döneminde ve 13 yüzyıl başlarında Selçuklu Kapadokya’sındaki konumu hakkında yeni buluntular ve veriler ışığında bazı öneriler sunmak amacındadır.

 

ÇOK KATMANLI YERLEŞİM YERLERİNDE ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK: DASKYLEİON ÖRNEĞİ

 

Dr. Öğretim Üyesi Handan Yıldızhan

(Arkeoloji Bölümü)

 

Anadolu’da yer alan Pers satraplık merkezlerinden bir olan Dakyleion, Balıkesir İlinde Manyas Gölü’nün güneydoğu kıyısında, Ergili Köyü’nün 2 km batısında bulunan Hisartepe ve çevresinde yer almaktadır.

Kent en güçlü olduğu dönemi Pers hâkimiyeti sırasında yaşamışsa da, Hisartepe üzerindeki ilk yerleşime ait arkeolojik veriler MÖ 8. yüzyıla kadar gitmektedir. Kuruluşundan Makedonyalıların gelişine kadar bir Yunan kenti olamamış Daskyleion özünde Phryg karakterli bir Anadolu yerleşimidir. 1990 yılında kentte gün ışığına çıkartılan ve MÖ 6. yüzyıla tarihlenen uzunca bir Phryg yazıtı Phryglerin Mysia’da Propontis’de ya da Hellaspontos’ta yaşadıklarını kanıtlayan ilk arkeolojik veridir.

MÖ 7. Yüzyıla gelindiğinde Lydia Troas ve Mysia bölgelerinde hâkimdir. Daskyleion’un Lydia Krallığı bu bölgelerdeki hâkimiyetini korumak için Hellespontos (Çanakkale Boğazı) ve Bosporos (İstanbul Boğazı) yolu ile Trakya’dan gelebilecek tehlikelere karşı Daskyleion’u güvenli bir kale olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Böylece Daskyleion’un Lydia ile ilişkileri MÖ 7. yüzyılda başlamıştır.

MÖ 546 yılından sonra, Daskyleion Akhaemenid Dönem öncesinde olduğu gibi Akhaemenid Dönemde de Thrakia, Propontis, Boğazlar Marmara Denizi ve Küçük Phrygia bölgelerine hâkim konumuyla siyasi ve ticari anlamda bu bölgelerin odağında bir Pers satraplık merkezi statüsündedir. Bu özelliği nedeniyle Daskyleion tarihi boyunca çok kültürlü toplum (Phryg, Lyd, Yunan, Pers ve Babil) yapısına ışık tutan arkeolojik materyalleri açısından da ayrıca önem taşımaktadır.

Bu çalışmanın amacı yeni araştırma ve keşifler doğrultusunda Akahemenid Dönemde dahi kente egemen olan Phryg ve Lydya karakterini ortaya koymak ve bu dönemde kentin Anadolu, Yunanistan ve Pers imparatorluğunun diğer merkezleri ile ilişkili çok kültürlü yapısına ışık tutmaktır.